19 Mart 2016 Cumartesi

18 Saat - Ertürk Akşun


"Aşkın değeri ne kadar sevdiğinle ölçülemezdi ki. Sevebilmenin dışında, karşındaki değerli kılan çok önemli bir faktör daha vardır: Kaybetme korkusu.
Yemeği bile güzel kılan şey, aç kalma korkusu değil midir aslında? Mutluluk bile acılar olgunlaştıkça tat vermeye başlayan bir meyve değil midir? Yokluğu sıkıntı doğuracak şeyleri sevmek kolaydır bu yüzden."



Hayran kaldığım bir kitap oldu 18 Saat. Elime kocaman bir fırça alıp kitabın çoğunluğunu çizmek istedim. O kadar güzel ve düşündürücü sözler vardı ki içinde durup düşünmeden edemedim. Kurgusuna gelirsek yine çok beğendim. Çok başarılı bir kitap her anlamda. Gezi ruhunu bile tekrar yaşadığım noktalar oldu. Konudan da biraz bahsedeyim. Tek bir baş kahraman yok bu kitapta. Bir çok karakterin yolları bir açılış kokteylinde kesişir. Bir de eylemci bir grup eklenince bu kokteyle olaylar karışıyor. Nadir ve Tolga karakterlerine özellikle bayıldım. Konuştukları konular ve hayata bakışları beni çok etkiledi. Özge ile bir araya geldiklerinde yaşanan tartışmalar da bana iki arkadaşım ile yaptığımız konuşmaları hatırlattı. 



"Neden eylülü seviyoruz ki acaba? Kime sorsan, hangi yazara, şaire, sanatçıya, aşığa sorsan seviyordur eylülü. Hüznü seviyoruz biz çünkü... Mutluluğumuzu bile ancak hüzünle ifade edebilen bir geçmişten geliyoruz. Aşkı bile acılı seviyoruz. Nedir bu hüzün peki? Tam karşılığı acı çekmek de değil. Mutluluğun içine karışmış acı gibidir hüzün... Biz onsuz asla yapamayız. Tabiatın sonbaharı eylülden daha çekicisi ve hüzünlüsü insanın sonbaharıdır aslında. Hem en yaratıcı olduğu hem de en verimli olduğu çağıdır insanın sonbaharı. Ama aynı zamanda yavaş yavaş çöküşün başladığı andır o an. İşte o yüzden eylülü insanların yüzünde seyretmek lazım biraz da..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder